Bugün John Verdon üçlemesinin ikinci kitabı ile sizlerleyim.
(İlk kitap hakkındaki yorumlarımı merak ediyorsanız tık tık...)
Kitap düğün günü öldürülen bir gelinin katilinin bulunmasını konu alıyor. Cinayeti kimin işlediğinin apaçık ortada olmasına rağmen ortaya çıkan sürpriz detaylarla işler karışıyor ve bu nedenle biraz zor oluyor katili bulmak...
Kitap emekli dedektif David Gurney'den eski bir arkadaşının başına gelen tuhaf bir olayla ilgili yardım istemesi ile başlıyor ve buna bağlı gizemli olaylar art arda sıralanıyor.
Kitabın başında olay gelişene dek biraz sıkılır gibi oluyorsunuz, ancak olaylar bir kez başlayınca kitabın başından dahi kalkmak istemiyorsunuz. Adeta bir bağımlılık yaratıyor ve okudukça okumak istiyorsunuz.
Dünyanın en önemli güvenlik uzmanlarından biri olan Ray Breslin, işinde son derece tanınan bir güvenlik tasarımcısıdır. Kendi tasarlayıp inşa ettiği üst düzey korumalı hapishanenin konuklarından biri ise kendisi olur. Kendi tasarladığı hapishanede şimdilerde mahkum olarak yer alan Ray, yüksek güvenlik engellerini bir bir aşarak firar etmeyi planlamaktadır. Bu yolda hapishanenin en saygı duyulan mahkumlarından olan gizemli Emil ile anlaşır. Emil'in tek derdi arkadaşlarına zarar gelmemesi, hapishane şartlarının mümkün mertebe insancıl olmasıdır. Ancak Ray'in planları bambaşkadır...
Filmin konusuna baktığımızda aşırı detaylar yok, oldukça mütevazı bir konusu var ve bu noktada izlemek gerekiyor. Ancak başrollerde Sylvester Stallone ve Arnold Schwarzenegger gibi iki ismin olduğunu görünce haliyle beklentilerimizi düşük seviyede tutmak imkansız hale geliyor.
Film iki oyuncudan beklenenin aksine biraz durağan, ancak son 25-30 dakikada beklenen aksiyon gözler önüne seriliyor. Bu dakikalar beklenen aksiyonu biraz olsun tatmin edebiliyor.
Diğer hapishane filmlerine ek olarak bu filmde bir de Müslümanları görüyoruz hapishanede.
Kısacası konusundan sapmayan, akıcı bir filmdi. Aksiyon konusunda çok üstün bulmasam da beni tatmin eden, izlediğime pişman olmadığım bir filmdi.
Tabi bu filmi Prison Break ya da Oz ile kıyaslamamak gerek diye düşünüyorum. :)
Yazıya Sylvester'ın filmden bir sözüyle son verelim:
Günün ilk yazısı ile sizinleyim. İlk yazısı diyorum çünkü bir kaç yazı daha eklemek istiyorum bloguma bugün.
Bu yazımızın konusu bir süre önce zevkle okuyup bitirmiş olduğum bir kitap.
Kadın erkek ilişkilerine bu kez hormonlar açısından bakan bir John Gray kitabı. Ben daha önce aynı yazara ait "Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten" isimli kitabını bayıla bayıla okuduğum için bunu da görür görmez almıştım.
Bana göre en iyi yönetmenlerden biri olan David Fincher'ın yönettiği bir film "Seven".
Baş rollerinde usta oyuncu Morgan Freeman ve Brad Pitt'in rol aldığı 1992 ABD yapımı bir polisiye filmi.
Kendini tanrının dünyadaki görevlisi sayan ve dünyayı yedi ölümcül günahtan temizlemeye çalışan bir katilin işlediği cinayetler ve bu işlenen cinayetleri aydınlatmaya çalışan iki dedektifi konu alıyor film.